14 Haziran 2012 Perşembe

gerçek olan sonsuzluktur,ben bile gerçek değilim..

Aslında bahsedilecek güzel günler, düğünler, tatiller,paylaşımlar varken, yine canım sıkkın olduğunda aklıma geliyor buraya uğramak. Çoğu zaman da mutsuzken hiç yazmamak istiyorum. O mutsuzluk bir iz bırakmasın, geçip gitsin istiyorum. Aslında sanırım ben artık hayatımı da öyle yaşıyorum. Bunu yaptığıma da inanamıyorum bir yandan. Benim hiç alışık olmadığım bir duygu, bir kaçış..Ama işte değişiyoruz zamanla. Kimbilir kaç kere daha şaşacağız kendimize..

Mutluyken aklımdan geçmiyor, mutsuzken yazma isteğime engel oluyorum, dolayısıyla burası pek öksüz kalıyor..

Ben mutsuz olunca, ya da bir şeyi kafamı çok takınca, kendi kendime ondan kaçsam da rüyalarım bana izin vermez. Rüyalarım mağaradaki ışık gibidir. Ama ne ışık! Sabahları uyandığımda aydınlandığımı değil, karardığımı hissederim. Eskiden oturup saatlerce konuşacağım dostlarım olurdu. Artık yok. Yok olup gittikleri için de değil hepsi, ama artık eski sohbetler yok desem haksızlık mı ederim? Belki de eskiden de çoğuyla sohbet etmiyordum, bilmiyorum. Bir iki tane vardı ama.. Belki de benim hep eskide kalan şeylere özlem duygum beni yanıltıyor, bilemiyorum. Bugün  yok ama.. Ben artık daha çok kendisiyle vakit geçiren, kendi kendine konuşan, kendi kendine yaptıklarından zevk alan birine dönüştüm. Şikayetçi değilim, kızgın yada kırgın da değilim. Sadece böyleyim. Üzülüyorum tabi ama üzülüp değiştiremediğim şeyleri de mağaraya ittiğim için idare ediyorum.

Aşkta da, dostlukta da güçsüzüm ben. Artık çok güçsüzüm belki de. Onu da bilmiyorum. Sanırım ben artık hiçbir şey bilmiyorum. Oysa çok keskin cümleleri olan biriydim bir zamanlar.. Artık değilim..

Kopukluklar, küskünlükler,sonlar yaşandığında kafam çok karışıyor. Tıpkı bir evrimci gibi taa en başlarına dönüyorum ilişkilerin ve hepsi birbirine giriyor. Bana göre gerçek olan hiçbir şey bitmez. Gerçek bir aşk mesela. Biter mi? Gerçek bir dostluk biter mi, bitmez. Dostlukta, aşkta bitiyorsa artık ne aşktır bana göre ne de dostluk..Bir şeylerin bitip bitmediği de , öyle günler, aylar içinde anlaşılacak şey değildir elbette. Bir gün bir arkadaşıma "ancak yaşamımın sonlarında anlayacağım" dediğimde bana gülmüştü. Ama çoğu şeyi, doğruyu ve yanlışı hatta belki de kim olduğumuzu bile ancak sonlara doğru anlayacağımızı düşünürüm. Bugünun doğruları ile geçmişinkileri karşılaştırdığımda da, hiçte komik bir şey söyler gibi çıkmıyor sesim.

Alışkanlıklarına, etrafındaki insanlara, kullandığı eşyalara bile sımsıkı bağlı bir mizacım var. Hep kaybolmuş bir çocuk gibi olurum etrafımda bir şeyler değiştiğinde,kısa süreli bile olsa. Tatillerin bir yanı hep hüzündür benim için mesala. Yolculukları hiç sevmem. Ayrılık duygusu paramparça eder beni. Arkadaşlarımın hayatlarındaki değişikliklere bile zor adapte olurum, değiştirdikleri ev, ayrıldıkları sevgili bana hüzün verir. Bu kadar değişikliğe uzak olunca tabiyatıyla hayatıma çok fazla yeni insan girmez. Oysa yıllar içinde elimdekilerin bazıları da artık yoktur. Daha da küçülür dünyam. Olsun var olanların bildik sesleri,renkleri bana yeter,yetmekten öte benim istediğim budur. Ama bu küçük dünyada çıkan anlaşmazlıklar benim iç dünyam için deprem gibidir. Ben beresini yolda düşürüp günlerce buna üzülen ve yıllar sonra bile "acaba bereme ne oldu,çöplüklere mi gitti yoksa biri onu kullanıyor mudur" diye düşünüp içlenen biri olarak, anlaşmazlıklar çıkıp hayatımdaki insanlarla arama mesafeler girdiğinde, nasıl içlendiğimi hangi cümlelerle anlatsam arabeske kaçmam bilemem.  Herkes kendini haklı sayıp karşısındakine küser. Ben genelde küsmem. Küsmek benim pek alışık olduğum bir duygu değildir. Bunun sanırım gerçekte iki sebebi vardır. Birincisi hiçbir şeyi küsmeye değer bulmam, ikincisi barışmaları sevmem. İnsanın barışacağını düşündüğü birine neden küstüğünü anlamam. Anlaşmak yerine arkamı dönmem. Uzlaşmak yerine ayrıştıracak bir davranış biçimine girmemeye özen gösteririm. Tabi bu anlaşmazlığa düştüğüm insanlar için komik bir kendini anlatma biçimidir.Çünkü herkes kendisi için böyle düşünür, düşünmez mi? Ben böyle yaptığımı sanırım diyelim. Muhtemelen karşımdaki de kendisi için aynı şeyi düşünür. İşin kötü olan kısmı burası değildir. Ben böyle düşünürüm, o başka düşünür. İşin acı kısmı birbirimizi anlayamamış  ve kırmış olmamızdır. Yolların hangi sebeplerle ayrıldığının bence nihayetinde hiçbir önemi yoktur. Önemli olan aynı yolda kalacak kadar aynı yöne bakmamış olmamızdır. Böyle zamanlarda ben kendimi feda edilmiş hissederim. Bunun sebebi  bazen karşındakinin üstünlük duygusu,egoları, bencillği, mutsuzluğu,başka başka duyguları veya belki başka insanlardır. O an, o bana  huzur veren, mutluluk veren,her zaman olduğu gibi duran ilişkimiz bambaşka bir şeye dönüşür. Artık gözlerine bakamadığım  bir adam/kadın karşımda durur ve baştan aşağı tüm bedenimi kaplayan acıklı duygular canımı acıtır. -yine eski zamanların aksine-  Can acılarına dayanamam, canımı acıtmasın diye de kaçarım. Artık, kendimden bile kaçıyorum ki çoğu zaman, bu yüzden garipsemem.

15 Nisan 2012 Pazar

dermoid

Enfeksiyon, iltihap dediler, pek yayılmış, iyi tedavi uygulamamışlar dediler, hepsi külliyen yalanmış. Asıl kendileri pek yanlış bir tedavi uygulamış, boş yere  onca gereksiz ve ağır ilacı almama sebep olmuşlar. Meğersem kistmiş, dermoid kisti. Doğuştan oluşan, kendini diğerlerine oranla daha zor belli eden bir kist. Neyse ki, süper doktorumu buldum, teşhisi koydu, acilen ameliyatını yaptı, beni bu dertten kurtardı.

Doktorluk zor iş, on kere dünyaya gelsem, onunda  da doktor olamam. Ama her olan da layığıyla yapmıyor ne yazık ki..İnsan beşer,kuldur şaşar demeyin. Gerekli özeni gösterip şaşana lafım yok, ama bazıları bildiğiniz baştan savıyor. Kutsallık falan hep laf. Allah önce sağlık versin ama kaderimizde hastalık varsa doktorun iyisini, hemşirenin eli hafifini nasip etsin der, sağlıklı günler dilerim!

28 Mart 2012 Çarşamba

bahar..

Uzun zamandır geniş zamanlar bulamıyorum. 2012 yılı hastalıklarla başladı ve hala o şekilde devam ediyor. Çok mühim olmasa da sürekli bir hastalık modu, buna rağmen azalmayan bir iş yoğunluğu, en yakın arkadaşlardan birinin düğün telaşı ve içten içe yaşanan değişimler..

İnsanlar 30'lu yaşlarına gelince her şeyin çok başkalaştığını söylerler. Gerçekten öyleymiş. İnsanın kendisi başkalaşıyor. Hayata bakışı, istedikleri, istemedikleri. Aslında değişmekte değil. Bilmek sanırım bunun adı. Kendini biliyorsun, aileni, dostlarını, ne istediğini, ne istemediğini, neye sabır göstereceğini veya artık neye göstermeyeceğini. Eskiden seni çok ilgilendiren, üzen yada sinirlendiren durumlara tepkilerin farklılaşıyor, daha sakin hatta belki de daha umursız yaklaşabiliyorsun. Çok başka şeylere de - şu anda daha önemli olduğuna inandığın- çok daha fazla kafa yorabiliyor, hatta sorumluluk duyabiliyorsun. Belki olmak istediğimiz yerde, olmak istediğimiz hayatın içinde olamayabiliriz. Muhtemelen hepimizin hayallerinde başka bir dünya vardı.Ama hala değiştirebileceğimiz şeyler var ve hala hayal kurabiliriz. Hem hayallerimize ulaşmak eskisine göre çok daha kolay olacak.

Başka anlatacaklarım vardı, nasıl bunlar döküldü bilmiyorum. Aslında kendime dair bir şeyler anlatmakta çok manalı gelmiyor. Sosyal paylaşım siteleri anlamanı yitirdi. Çok faydalı olduğu alanlar var, yadısıyamam ama bir anlamı olmalı paylaşılanların. Çoğunluğun  kendini ve hayatını sergileyeceği bir sahne gibi kullanması hoşuma gitmiyor. Okuduklarımızın, öğrendiklerimizin, fikirlerin ve dinlemeye değer şeylerin paylaşılmasına bir diyeceğim yok tabiki..

Bu bahar geçireceğimiz en güzel bahar olsun, hakettik bunu bu yıl, çok üşüdük çünkü..

5 Aralık 2011 Pazartesi

kan ve hayat

Bir silahı yoktu
Ama umutsuzluğu vardı
Bir kurşun gibi,
Delik açan kafasında
Aklını yitirmiş değildi,
Ama yitip gitmişti hayalleri

Bir bıçağı yoktu
Nabzını durduran
Ama kanayan bir hayatı vardı
Sürekli kanayan kesikleri
Etrafını saran kırmızı
Hiçte romantik değildi
Şarap gibi,
Aşk gibi değildi..

Bir mezarı yoktu
Bir tabutta yatmıyordu
Ama çürüyordu
Kokuyordu hiçliği
Çaresizliklik değildi onu çürüten
Ama biliyordu artık
Bir gün her şey güzel olmayacaktı..

28 Kasım 2011 Pazartesi

Mother and Child

İlla ki her eserin bir mesajı var diye düşünecek olursak, bu filmdeki mesaj muhteşem. Çok zor ama muhteşem..

Please Give

Bu tarz filmleri seviyorum ben. Baızları hiç sevmez. "Ee ne oldu şimdi" derler. Pekte bir şey olmaz doğrudur. Sadece bir kaç kişinin hayatının bir kesitini görürüz. Mutlaka yönetmenin anlatmak istediği belli bir şey vardır ama bana göre herkesin anladığı başka olabilir. Çarseizliği de umudu da gösterir böyle filmler. Filmdeki karakterlerden birini kendinize çok yakın bulursunuz, konuşmak isterseniz onunla yada elinizi uzatmak ve yardım etmek.


Birbirinden farklı karakterleri izlerken belki kendi kusurlarınızı da görebilir ya da neden hoşlanmadığınızı karar verebilirsiniz. Dürüstlük, umarsızlık, suçluluk duygusu, vefa, nankörlük  ve daha fazlası..

Sunset Bulvarı

Özellikle 1950'lerin Hollywood'u olmak üzere muhtemelen tüm zamanların film endüstrisine ayna tutan, bir yıldızın içler acısı halini sevimli ve aynı zamanda ürkütücü  ama alaycı bir dille gösteren harika bir klasik. Oyunculuklar, detaylar, diyolaglar muhteşem. Asla zamanı geçmeyecek bir film. Cesur ve keskin.

Şans eseri ellili yaşlarında eski bir Hollywood yıldızı Norma Desmond (Gloria Swanson) ile tanışan senaryo yazarı Joe Gillis (William Holden), onun  cömert teklifini kabul edip, yazmış olduğu senaryoyu düzeltmek için, Norma'nın evinde kalmaya başlar. Meteliksiz olan Joe, birden içine düştüğü lüksün içinde Norma'nın acınası haline ve isteklerine boyun eğer. Çıkarları kişiliğinin önünden gitmektedir. Norma, ününün ve popülerliğinin geçmişte kaldığını kabul edemez. Uşağı Max (Erich Von Stroheim) sayesinde yaşadığı hayal dünyasının sahteliğini anlayamayan Norma sonunda öyle bir son yaşatır ki, ağlayan ağlar, gülen gülebilir.

Sinema dünyasının en iyi film listelerinde ilk 100 içinde sayılan ve bir çok sinema otoritesine göre kara film tarzının en başarılı örneklerinden biri olarak sayılan Sunset Bulvarı psikolojik dram diyebileceğimiz bir hikayeye sahip olmasına rağmen,- üstelik dramı oldukça derin - kara komediye de uzak değil. Karası epey kara ama.


Yönetmeni Billy Wilder filmi yaptığında oldukça büyük tepkiler almış ve Paramount Kurucuları kendisini sektöre  ihanet etmekle suçlamışlar. Bu film tüm yüzyıllar için gereken Hollwood eleştirisini yapmış çünkü.
En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Müzik Ve En İyi Özgün Senaryo Oscar'ını alan film, müptelası olduğum imdb  Top 250'de de 32. sırada.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails