27 Temmuz 2011 Çarşamba

Aramızdaki En Kısa Mesafe



Barış Bıçakçı'nın kitapları denince, ben bir garip oluyorum. Üzerine hem uzun uzun konuşmak istiyorum, hem de sesimi çıkaramıyorumOnun kadar yalın  bir anlatıma sahip olan yazar var mıdır?  Abartısız, sade hikayeler. O hikayelerden teninize dokunan bir el, kulağınıza çalınan bir melodi..Yıllardır tanıdığınız bir dost, bir duygu.  
Bu kitabını da okuyun, diğerlerini de. Benim gibi hepsi bir anda tükenmesin diye ara ara okuyun, tekrar tekrar okuyun. Benim gibi hissederseniz, bir bir yerlerde karşılaşmak isterim.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Bazı filmler vardır yada bazı kitaplar. Sizi çok etkiler. Başka seversiniz onları.Kitabını okumuş ve yazmıştım. Bu kez filmden notları kendime alacağım, her defasında okuyup mutlu olayım yada hüzünleneyim. Size tavsiyem; önce okuyun sonra seyredin.
                                                                            bir an..


"Ender biliyor musun.Ben seni çok özledim. Özledim durdum"


"..Anneni, babanı kaybetmişsin.,daha çocuksun. Bakıyorsun a, yaşıyorum diyorsun,demek ki kaldırabiliyorum,ayaktayım, bir işim var,Çetin iyi kötü okuyor,felaket bekliyordun olmadı diyorsun.Oysa zamanla oluyor ne oluyorsa.Sen farketmeden,sen anlamadan.Çetin şimdiki Çetin oluyor mesela,ben de böyle bir Murat. Ağır bir yükün altına girdiği için kaskatı kesilmiş.."


                                                   Ender, Çetin,Nihal ve fonda Ankara





                                                                   

AZ

Cümlelerini tekrar tekrar okutan, süper başlangıçlarını bana göre biraz hayalkırıklığı ile sonlandıran ama her kitabını merakla bekleten Hakan Günday, an itibariyle son kitabı Az'da, biri kız, diğeri erkek iki çocuğun (gencin-yetişkinin) hayat hikayesini anlatıyor.İlk hikayenin başrol karakteri Derda'dan size bahsetmeyeceğim. Çünkü beni en vuran kısmı, Hakan Günday'dan böyle bir karakter beklemeyişimdi. Beni ağlattı. Muhtemelen daha evvelde yazdım, ne kitap okurken ne de film izlerken pek huyum değildir ağlamak.Bilmedğimiz bir hikayesi yok Derda'nın ama anlatımı çok gerçekçi. Tüm yaşadıklarından sonra Derda, tertemiz, masum bir kadın oluvermiyor. Belki abartılı gelecek size yaşadıkları ama küçük bir kızın hayatının ırzına geçildikten sonra neler hissettiğini, normal bir hayat süren insanlar anlayabilir mi? Anlayamaz.Anlamalarını da beklemem. Derda, bir isyan hikayesi. İntikam hikayesi. Umutsuzluk ve çaresizlik hikayesi. İkinci bölümde karşımıza erkek çocuğu Derda çıkıyor. Babası hapiste, anası hasta, mezarlıklarda ziyaretçilerin yakınlarının mezarlarına su dökerek ekmek parasını çıkartmaya çalışıyor. Her zaman aç, yorgun ve yalnız. Anasını kaybediyor, hırsızlık yapıyor, hamallık yapıyor, okumayı öğreniyor. Ama bunların hiçbiri sıradan şekilde gelişmiyor. Tutanacak hiçbir şeyi olmayan Derda, Oğuz Atay'a tutunuyor. Gerçekten de öyle oluyor. Birden şaşırıyorsun ama garipsemiyorsun. Hangi Derda daha bahtsız bilemiyorsun.
Sonundan bahsetmeyeceğim elbette. Ama başladığım gibi bitiremedğim bir Hakan Günday kitabı oldu, her zamanki gibi. Ama bir solukta bitti, o ayrı. Hakan Günday için yapılan eleştirilere katılmıyorum,  yazarı anlaşılmaz  şekilde eleştirenler var.Yazarları kitaplarından bilirim, sevdiğim bir yazarı okumaktan beni alıkoyacak en küçük bir haberle karşılaşmaktan korkarım. Zira insanoğlunun en iyi yaptığı şey eleştirmek,yargılamak ve kimlikler yakıştırmaktır. Oysa bir gerçek vardır ki, biz gideriz, yazarlar ölür. Geriye kalacak olan sadece kitaplardır. Hakan Günday için söylenecek tek bir söz vardır. her kitabı okunur, okumaya değerdir.

----ayrıca Az sonrası, uzun zamandır (yıllardır) zamanının gelmesini beklediğim Tutunamayanlar'a başladım.-

Karanlığın Sol Eli

Kış adlı gezegende insanlar çift cinsiyetlidir, yılın bazı dönemlerinde erkek, geri kalanında kadın olurlar. Çok tabidir ki, bu gezegende cinsiyete dayalı hiçbir ayrım yoktur. Ancak kitabın bütünlüğü içinde bakacak olursak, bu derinde kalmış önemli bir ayrıntıdır. Kitap kapağında konusu bu şekilde anlatılsa da. Bir kişi hem anne hem de baba olabilir.Ama asıl daha farklı olan aile,sevgililik gibi kavramlar bizim bildiğimiz süreklilik ve bağlılık kavramlarına tutunmaz. Kuvevtli ideolojiler yoktur, kimse kimseden üstün değildir, devlet çok kuvvetli değildir. Ayrılıklar olsa da, kavgalar veye savaşlar yaşanmaz.
Bir gün Kış'a, gezegenler birliği Ekumen'den erkek bir elçi gelir. Amacı bu gezegeni de birliklerine katmaktır. Tabi bu  o kadar koly olmayacaktır. Uzun yıllar orada kalması gereken elçinin yaşadığı değişim anlatılır bir yandan.
Bilim-kurgu alanında pek okumadım,çocukluk yıllarımı saymazsam. Bu yazarın okuduğum 2.kitabı. İlk kitabı Mülksüzler de, başka bir dünyayı anlatan ve anlatırken, hem iyiyi hem kötüyü gösteren yazar, aynı şeyi bu kitabında da yapmış. Fantastik dünyasını, olağanüstü değil olağan dışı olarak kurgulamış. Dili oldukça sade belki biraz da fazla kuru, anlatımda iniş ve çıkışlar eksik gibi. Olağanüstü bir konuyla başladığı kitapta, ihanet,dostluk, güven,şüphe, politika ve klasik yaşama pek çok göndermeler var. Ama ben kitabı ilk elime aldığımda, tekrar tekrar okumak isteyeceğim bir kitap bekliyordum,umduğum kadarını bulamadım.

Yazarın tekrar aynı soruyu sorup yeni bir dünya yaratmasını bekliyorum. " Ya cinsiyet diye bir kavram olmasaydı?" Sizce?

Karanlıktakiler

30'lu yaşlarında ofis boy olarak çalışan Egemen, psikolojik sorunları olan yaşlı annesiyle birlikte yaşar. Artık cehenneme dönen ve sabrının son kırıntıları ile annesine tahammüle çabalayan Egemen için tüm hayatı çalıştığı reklam şirketidir.  İyi çocouktur Egemen. Çalışkandır, güleryüzlü ve yardımseverdir. Biraz saftır. Patronu Umay, Egemen'i iyi tahlil etmiş ve onu sevmiştir. Belki de acır. Ama kimselerden ilgi bulamayan Egemen, Umay'ın bu yakınlığını hayallerine koyar. Evde annesi giderek kötüleşir. Evden dışarı adımını atmayan anne kendi içinde bir dram yaşamakatadır. Ama filmin sonuna kadar biz bilmeyiz. Bazen merakla bazen acıyarak bazen gülerek bekleriz olacakları. Bütün sorular cevaplanır ve bence harika bir sonla film biter.

Filmde klişeler yok. İyi sadece iyi, kötü sadece kötü değil. Olmayacak şeyler oldurulmuyor. Yalnızlık ve acı var. Ama izlerken boğmuyor. İç karartıcı değil. Fragmanı her nedense korku veya gerilim filmi havası verse de, alakası yok. Her zamanki gibi, populer film izleyicilerinin çok olduğu ülkemizde hakettiği değeri bulamıyor ama ben izlemenizi tavsiye ederim.

Oyuncu seçimi tam yerinde ve oyuncular tartışmasız çok başarılılar. Ufak rolleri olanlar da dahil olmak üzere, herkes için geçerli.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Beyaz Şah


http://amonka.tumblr.com/post/6115429606/beyaz-sah  Sevgili Amonka'nın tavsiyesi  ile okudum yine Beyaz Şah'ı. Onun satırlarına ek yapma gereği duymuyorum her zamanki gibi. Aslında hüzün dolu olmasına rağmen, gülümseten bir kitap.Tavsiye ederim.

19 Temmuz 2011 Salı

Trenin Gara Girişi



28.Aralık.1895'te  Paris'te Lumiere Kardeşler tarafından ilk sinema filmi çekilir. İyi ki de çekilmiştir. Ya hayatımızda sinema olmasaydı?

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails