27 Şubat 2011 Pazar

83.Oscar Sahipleri

83. Oscar Töreni başlamak üzere. Şahsen çok heyecanladığım isimler veya filmler yok,Natalie Portman Ve Aronofsky dışında, çokta süprizli oalcağını düşünmüyorum. Inception en iyi filmi hakediyor diye düşünsem de muhtemelen The King's Speech'e gidecek. Colin Firth ve Natalie Portman en iyileri alır diye düşünüyorum. Colin Firth'e rakip, bana göre James Franco olabilir. Yönetmen Darren Aranofsky alsın isterim ama David Fincher'e gidecek gibi görünüyor. Elbetteki eninde sonunda heykeli kapması gereken bir yönetmen ama The Social Network'den daha iyi filmleri oldu ve olacak bence. Yardımcı kadında bir türlü adayımı seçemedim ama erkekte Christian Bale hakediyor diye düşünüyorum. Umarım kötü süprizler olmaz..



En İyi Sanat Yönetmeni: Alice In Wonderland , Karen O'Hara-Robert Stromberg

En İyi Görüntü Yönetmeni: Inception, Wally Pfister



En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Melissa Leo, The Fighter



En İyi Kısa  Animasyon: The Lost Thing

En İyi Animasyon Film: Toy Story 3, Lee Unkrich

En İyi Uyarlama Senaryo:The Social Network,Aaron Sorkin


En İyi Orjinal Senaryo:The King's Speech, Did Seidler



En İyi Yabancı Film : In A Better World (danimarka) yönetmen: Susanna Bier

En İyi Yardımcı Erkek : Christian Bale , The Fighter



En İyi Özgün Müzik:The Social Network, Trent Reznor-Atticus Ros

En İyi Ses Miksajı:Inception,Lora Hirschberg,Garry Rizzo, Ed Novick

En İyi Ses Kurgusu:Inception, Richard King

En İyi Makyaj:The Wolfman,Rich Baker-Dave Elsey

En İyi Kostüm:Alice In Wonderland,Colleen Atwood

En İyi Kısa Belgesel:Strangers No More,Strangers No More; Karen Goodman ve Kirk Simon

En İyi Kısa Film:God Of Love, Luke Methany

En İyi Belgesel:Inside Job,Charles Ferguson ve Audrey Marrs

En İyi Özel Efekt: Inception, Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley ve Peter Bebb

En İyi Kurgu:The Social Network; Angus Wall ve Kirk Baxter

En İyi Şarkı: Toy Story 3 - We Belong Together , Randy Newman

En İyi Yönetmen:Tom Hooper - The King's Speech



En İyi Kadın : Natalie Portman - Black Swan (Nina)



En İyi Erkek: Colin Firth - The King's Speech- Bertie




En İyi Film:The King's Speech

Red Carpet Şöleni



25 Şubat 2011 Cuma

127 Hours


Aron Ralston trekkinmg ve tırmanma için gittiği, Blue John Canyon'da  (Utah) beklenmedik bir kazaya düşer. Ne yazıkki ailesi ve arkadaşlarından, hiç kimse nerede olduğunu bilmez.Aron, hayatta kalmaya ve kurtulmaya çalışır.

Gerçek bir hayat hikayesi. Filmin büyüsünü bozmak istemem, hakkında daha fazla okumadan izleyin isterim.Uyarlama filmler gözdelerim olduğu için,bu filmi de Aron'ın yaşadıklarını hissederek izledim. Danny Boyle, Transpotting ve Slumdog Millionare'den sonra bir unutulmaz film daha yaptı diye düşünüyorum. Slumdog Millionare'den daha başarılı bana göre.

Tek kişilik bir film ve James Franco filmin her karesine yakışıyor. Bencil, vurdumduymaz ve ukala Aron'ı, bir kahraman gibi değil, gerçek bir karakter gibi oynuyor. Filmin başlangıç şekli süper.   Bir tarafta kalabalık ve akan bir hayat.. Diğer tarafta Aron. Bize onun nasıl bir adam olduğunu daha başından anlatıyor.
Başına gelenden sonra, mücadelesi ve tepkileri çok Aron'ca. Bir çelişki yaşatmıyor. Kameraya konuşmaları, radyo programı insanı derinden etkiliyor. Ben sadece kanlı sahnelere dayanamadım, malum biraz tutuyor.

Ödüle yakın durduğunu düşünmüyorum ama başarılı bir uyarlama, tek kişi, tek sahne diye korkmayın. Sürükleyici. Ayrıca tekrar hatırlatırım. Gerçek!

The King's Speech


Kralın varislerinden biri olan Albert Frederick Arthur George, aile içindeki adıyla Bertie, küçüklüğünden beri kekemedir. Özellikle konuşma yapması gereken durumlarda, dili kendisini oldukça zorlamakta ancak gittiği doktorlardan bir çare bulamamaktadır. Sevgili eşi Queen Elizaneth, kendisine son olarak çok tavsiye edilen bir konuşma uzmanı bulur ve Lionel Logue adındaki bu adamın kendisine has bir tarzı ve tedavi için gerekli gördüğü kuralları vardır. Tedavisi devam ederken karalın ölümüyle tahta geçen abisinin, skandal ilişkisi yüzünden koltuğunu kardeşi Bertie'ye bırakması ile kendisini daha zorlu günler beklemektedir, üstelik ülke savaşa girecektir.



Kral 6.George'nin gerçek hikayesine dayanan film, kekeme bir kralın tahta çıkışını değil, kraliyet ailesinin içindeki yalnız bir adamın, terepisti ile kurduğu arkadaşlığı ve sayesinde kendisini keşfetmesini anlatıyor.

12 dalda Oscar adaylığı bulunan film, 2010 Uluslararası Toronto Film Festivali'nde Halkın Seçimi  ödülünü, Bristish Independet Film Awards'ta en iyi film,en iyi kadın, en iyi erkek, en iyi yardımcı erkek, en iyi senaryo ödülünü, yine Bafta Ödüllerinde en iyi film ve ei iyi erkek dahil olmak üzere 7 dalda ödül aldı. Filmin aldığı ödüller oranın bir zevk verdiğine katılmamakla beraber, görüntü,dekor ve kostümler çok başarılı, oyunculuklar ödüle layık. Colin Firth, en iyi erkek ve Geoffrey Rush en iyi yardımcı erkeği hakediyor bence.


17 Şubat 2011 Perşembe

Başka Sesler Başka Odalar


Truman Capote'nin ilk okuduğum kitabı oldu . Çok hevesle başlamıştım ama zoraki ilerledim. Neden bilmiyorum bir türlü içine giremedim kitabın. Ne anlatım tarzı ne de hikayesi beni cezbetti. Aslında yazarın diğer kitaplarına da gönüllü idim ama bu kitaptan sonra vazgeçtim denilebilir. Belki bir tavsiye ile tekrar denerim.

Kitap, Joan Knoxûn annesinin ölümünde sonra hiç tanımadığı babasının yanına taşınması ile başlar. Babası Yurtluk adı verilen ıssız sayılabilecek bir çiftlik evinde yaşamaktadır ve evdeki herkes biraz ilginçtir. Çocuk yaştaki Joan, yalnızlık içine düşmüş ancak babasına kavuşamamıştır.

Kimseyi kitaptan soğutmak istemem, zira Truman Capote'ninde fazlaca seveni vardır, bilirim. Bazen frekanslar tutmuyor. Tom Ribbins ile de fazlaca tutmamıştı.

     Arka Kapaktan alıntı ile tercih size kalsın;                                                                                          

  • Annesinin ölümünden sonra doğduğu günden beri hiç görmediği babasının yanına gönderilen Joel Knox’un öyküsü, kendisini birdenbire farklı bir ortamda, hiç tanımadığı fazlasıyla ilginç insanların yanında bulan bir delikanlının masumiyetini yitirme ve yetişkinlerin dünyasına adım atma öyküsüdür. Sonunda herkes gibi büyür Joel Knox, ancak terk edilmişliğin, yalnızlığın ve farklılığın damgasını vurduğu çocukluk ve gençlik döneminin izlerini tüm yaşamı boyunca taşıyacaktır.

    Truman Capote, yayımlanmış ilk romanı olan Başka Sesler Başka Odalar’da yenilikçi üslubu, çarpıcı betimlemeleri ve ilginç karakterleri ile edebiyat dünyasına yeni bir soluk getirmekle kalmamış, farklı tarzı ve güçlü kalemi ile 20. yüzyıl edebiyatına damgasını vuracağının ipuçlarını da vermiştir
    .
  • 12 Şubat 2011 Cumartesi

    The Kids Are All Right



    Lezbiyen bir çift olan Nic ve Jules, yapay döllenme yolu ile aynı donerden iki çocuk sahibi olmuşlardır. Çocuklardan Joni, 18 yaşına girdiğinde , kardeşi Laser'in isteği ile babalarına  ulaşır ve onunla tanışarak severler. Babalarını anneleri ile tanıştırarak hayatlarına alan çocukların garip aile ortamları bundan böyle daha da garipleşecektir.

    Farklı yaşam tarzını ele alan film, merak uyandırıcı ve hızlı ilerliyor. Ailenin hangi model olursa olsun aile olduğunu, alışık olmadığımız ilişki modellerinin sorunlarının da, mutluluklarının da aynı olduğunu anlatıyor. 20 yıldır birlikte olan çiftin, monotonlaşan ilişkileri ve ergenlik döneminde 2 genç.



    Oyunculuklar çok başarılı. Annette Bening Oscar'a "En iyi kadın" ile aday oldu ama bence onun yerine "yardımcı kadın" daha mantıklı olurdu. Filmin başrolünde ondan çok Julianne Moore var. Her ikisi de sizi eşçinsel olduklarına inandırıyorlar ve hiçbir yerinde sırıtmıyor. Sadece sevişme sahnesini çok başarısız buldum.  Cesaret edilememiş ve yorgan altlarına sokulmuş bir hali vardı. Bu haliyle de gereksiz bir sahne olmuş. Ya hiç eklemeselerdi yada daha gerçekçi bir sevişme sahnesi ekleselerdi.

    Oscar'ı hakettiğini düşünmüyorum, inişleri çıkışları izleyiciyi  o kadar heyecanlandırmıyor. Tekrar tekrar izlenecek bir film değil. Ama Akademi için oldukça sempatik bir aday. Bakalım..

    Filmden ipicuları vermek istemiyorum. Beğeni ve eleşitirlerim süprizleri açığa çıkaracak cinsten olduğu için bir türlü yazamadım. Mutlaka izleyin ama. Filmden bir müzik ile yazımı sonlandırayım.

                                                                       Joni Mitchell "blue"

    4 Şubat 2011 Cuma

    83. Oscar Adayları

    Her ne kadar, Oscar konusunda güvenilirlik duymasam da, takip etmeden duramıyorum. Törene kadar her zamanki gibi filmleri izlemeye çalışıyorum. Benim de kendi Oscarlarımı yetiştirmem lazım:)Aday filmler geçen yıla oranla daha iştah açıcı diye düşünüyorum.                                 Oscar Adayları için tıklayınız

    The Social Network


     Film, Mark Zuckerberg'in Facebooku nasıl, ne şekilde, kimlerle kurduğunu,  Facebook'un tabiri caizse para basmaya başladıktan sonra, kendisine karşı açılan tazminat davasının eşliğinde anlatıyor.  Harward öğrencisi, süper zeki Mark, asosyal bir adam, cins bir tip, iletişim özürlüsü,popüler de değil. Bazı bir takım alavare dalavereler ile zekasını da birleştirince, dünyanın ortakhanesi haline gelen Facebook'u kuruyor.Filmin konusu zaten bundan ibaret olduğu için fazlaca ipucu vermek istemem.

    Asıl merak ettiğim, bu film kimden dinlendi, öğrenildi ve senaryosu yazıldı.Neden biraz daha öğrenilmedi?Ama hiç sormadığımız soruları bize sordurup,sonra çekip gitmek olmaz ki. Madem ki biyografik film, o zaman ben daha çok bilmek istiyorum, elimde değil, anlamak istiyorum.Film boyunca, adamı kötüleyip, hırsız yapıp, hain yapıp,  Eduardo'nun ağzından parayı umursamadığını satır arasında söylemesi yada filmin sonunda "aslında sen kötü bir adam değilsin" denmesi saçma olmuş.Adamın ağzına bal çalmak olmuş bence.

    Filmde, Mark'ın en yakın zavallı arkadaşı Eduardo'nun sevgilisi çok gereksiz bir karakterdi. Sean Parker'ı oynayan Justin Timberlake rolüne oturmuş. Jesse Eisenberg zaten çok başarılı ama en iyi Oscar, ona  fazla.Oscar'da 8 dalda aday olmasını biraz abartı buldum. David Fincher'a bugüne dek Oscar verilmemiş olması onların kusurudur. Ama şimdi hiç olmadık bir film ile Oscar'ı vermeye hazırlanmaları (en popüler bu film gösteriliyor) kendilerini affettirme politikası mıdır yoksa konunun popülerliği midir sebep? Bilemedim. Ama Fight Club'la, Benjamin Button'la,Seven ile vermedikleri ödülü, bu filmle vermeleri  David Fincher'i tatmin eder mi, bilemem ama bizi etmez, orası kesin. Bir kere hiç David Fincher filmi havası yok filmde. Ama nihayetinde David Fincher filmi.Elbetteki izlenecek. İzlenirken sıkılınmayacak. Mark'a sinir olunacak, Eduardo'ya üzülünecek, Sean'a yumruk atasınız gelecek.


    İyi seyirler.

    3 Şubat 2011 Perşembe

    Due Date

    Peter, seyahati sonrası dönüş uçağında, başına musallat olan Ethan yüzünden uçamazlar listesine alınır ve mecburiyetten Ethan ile ülkeyi baştan sona araba yolculuğu ile yapmaya kalkışınca, başına gelmeyen kalmaz.
    "hayır ya", "olamaz ya lütfen" nidaları eşliğinde kendini izleten film, kahkahalarla güldürmedi ama eğlenceli.


    Bir yol hikayesi. Böyle arkadaşlar var hayatta ama,  o kadar da uzak değil. Sevsen mi dövsen mi bilemezsin. İnsanları güldürmek zor, komedi dalında fazlaca yorum yapmakta beni yoruyor.
    Karakterler başarılı yazılmış, oynanmış. Abartısı yerinde, ayarında.
    İyi seyirler efendim..


    Terapi


    Henüz okuduğum 2. kitabı ile en sevdiklerim arasına giren David Lodge, kurgusu,ironileri,  tasvirleri, ilişki analizleri ve karakterleriyle kitap okumanın zevkini layığıyla yaşatıyor.  Düşünce Balonları ile tanıştığım yazar, Terapi de Tubby Passmore adında bir sitcom yazarının hayatını anlatıyor, kendine özgü yazı uslubuyla.

    Passmore, 5 yıldır Tv'de yayınlanan ve  popüler olan bir sitcom sayesinde oldukça zengin olmuş, karısı, terapileri ve platonik sevgilisi ile gösterişsiz bir hayat sürmekte iken, şiddetli diz ağrısı çekmeye başlar.Hayatındaki kötüye gideşin ilk belirtisi olan bu sancılarla birlikte,hobi olarak oynadığı teniste geriler, cinsel hayatı kötüye gider,dalgınlaşır, içine kapanır ve eşiyle arası bozulur. Giderek daha çok bunalıma giren Passmore'a, sürekli olarak devam ettiği akupunktur, aramaterapi, terapisti,aromaterapi veya fizyoterapi yardımcı olamaz. İlerleyen bunalımına bir de Kierkegaard adındaki varoluşçu filizof takıntısı eklenince, farkına varamadığı bir çıkmaza doğru sürüklenmeye başlar, öyle ki sitcomun ansızın başına gelen sorunları ile bile uğraşmaya tahammül edemezken, Kierkegaard'ın filmini yapma takıntısı ile yollara düşer. Bunalımları ve saplantıları içinde giderek daha da batağa saplanan Passmore, ucunu yakalamayadığı düşüncelerinin peşinden, çok eski günlere, okul günlerine dönecek ve birden bambaşka duygularlarla yine yol değiştirecektir.

    Tuttuğu günlük ile bize kendine anlatan Passmore, yanılsamalarını en açık şekliyle gösterirken,  tatminsizliğin ve yalnızlığın resmini çekiyor.Dayatılan yaşam profillerinin içinde insanın kayboluşunu ve aslında mutluluğun formülsüz olduğunu hatırlatıyor..

    milyarlarca insan

    Dünyada milyarlarca insanız. Her birimiz birbirinden farklı. Her birimiz için bir dünya, her birimizin kendi dünyası. Bizden başka diğerleri var. Bize yakın olan, uzak olan, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz,tanımadıklarımız, bilmediklerimiz. Bizden başka diğerleri. Her birimizin kusurları var. Hiç birimiz kusursuz değiliz. Yanlışlarımız, hatalarımız, pişmanlıklarımız..Her birimizin bir hikayesi var. Her birimizin hikayesi, kendimize göre diğerlerinkinden farklı.Bizim bildiklerimiz var, başkasının bilmediği,anlamadığı. Bizim geçmişimiz, yaşanmışlıklarımız hep başka. Doğrularımız doğru,anlaşılmasa da,  yanlışlarımız anlaşılır, affedilir.
    Şu "an" şu dakika, dünyada milyarlarca "an" var. Kiminin içi yanıyor, kimi mutluluktan havalara uçuyor, bir evde ölü sessizliği, bir evde doğum sancısı, biri kavga ediyor, biri sevişiyor, biri susuyor, biri şarkı söylüyor, biri ölüyor, biri öldürüyor, biri arkasını dönüp gidiyor, biri kucaklaşıyor,biri ihanet ediyor, biri aldatılıyor, biri savaşıyor, biri barışıyor, biri mum ışığında oturuyor, birinin tüm ışıkları açık,biri genç, biri çocuk, biri yaşlı,  biri bütün dünyaya küsmüş, biri şu anda bütün dünyayı düşünüyor.
    Milyarlarca insanız, her birimiz birbirinden habersiz. Biri yanımızda, biri adını bile bilmediğimiz bir yerde. Çok kalabalığız, çok yalnızız.Çok fazlayız, çok ayrıyız. Milyarlarca insan..

    2 Şubat 2011 Çarşamba

    The Diving Bell And The Butterfly


    Kelebek Ve Dalgıç olarak Türkçe'ye çevrilen film, Elle dergisinin editörü Jean Dominique Bauby'nin gerçek yaşam hikayesini, yine kendisinn yazmış olduğu aynı adlı kitabından uyarlanan, gerçek hayat hikayesidir. Jean Dominique,ansızın rahatsızlanır ve tüm kas sistemi iflas eder, kontrol edebildiği tek yer sol göz kapağıdır ve hayatının geri kalanında iletişimini onunla kuracaktır.

    Her şeyi olan bir adam, bir anda her şeyini kaybediyor, tek göz kapağı ile hayata tutunuyor ve üstelik kitap yazıyor İnanılmaz bir dram ve inanılmaz bir başarı.Dünyanın varoluşundan bugüne, bu tarzda başarı gösterebilen sayılı insan olduğunu iddia etmekten çekinmiyorum.


    Film, Jean Dominique'nin kitabı yazma kısmına daha çok odaklanmış , filmi izleyenlerin kitabı da okumak isteyeceklerine eminim, okumalıyız da. Belki kendimizden biraz utanırız. Şükretmeyi bilmek lazım, ama laf olsn diye değil, gerçekten şükretmeyi. Yapabileceklerimizin bir sınırı olmadığını, istediğimiz her şeyi ister ve çalışırsak mutlaka başarabileceğimizi...Filmi yazarken bile izlerken olduğu gibi kalakalıyorum. gerçek bir drami gerçek bir başarı. Hem film hem Jean Dominique..

    Jean Dominique, kitabı yayınlandıkta 2 gün sonra hayata veda ediyor. Kitabının best-seller olduğunu ve filme uyarlandığını, hikayesine dünyanın her yerinden tanımadığı insanların gözyaşı akıttığını göremeden..


    Eat Pray Love



    Kendini bulma ümidiyle İtalya , Hindistan ve Bali'den oluşan uzun bir seyahate çıkan Liz, sonunda aradığını bulur mu, aradığımız nedir aslında, aramakla bulunur mu yada bulduğumuz yeniden kaçacağımız şeye mi dönüşektir?
    Herkesin birbirine benzeyen dertleri var, hiçbiri birbirine benzemez.Herkes çaresini başka yerde arar. Bir gün herkes bu derde düşer. Kimi kaçar gider, kimi kalır savaşır, kimi razı olur kaderine, kimi kaderini deler geçer.
    Eat Pray Love, bir kendini keşfetme yolculuğudur. Bazı filmlerin, bazı yaş aralıklarına daha çok hitap ettiğini düşünüyorum. Bu da öyle bir film bence. Tıpkı Shall We Dance/Aşka Davet gibi. 30'lu yaşlara gelmiş veya geçmiş insanların arayışları, içinde kayboldukları hayatları veyahut hissettikleir eksiklik, gençlik yıllarımızdaki ile benzeşmiyor bence. O çok başka, sıkıntısı başka, amacı başka, tadı başka, derinliği başka.. Ama artık hayatımızı kurmuşken, hem hayatımız hem kişiğimiz yerli yerindeyken hissedilen bu eksiklik duygusu..Sonrasında içine düşülen bunalım, kaybolmuşluk, yapabileceklerimiz, korkularımız..Hepsi başka.Eat Pray Love, işte ergin ve olgun insanın keşif yolculuğu..

    1 Şubat 2011 Salı

    Black Swan


    Requiem For A Dream'dan unutamadığımız yönetmen Darren Aronofsky ve aşık olduğum kadın Natalie Portman! Nina, yalnız ve içine kapanıktır ve hayatındaki tek tutkusu baledir. Hocası Kuğu Kraliçe oyununda başrol olarak onu seçer ama Nina, öyle durgun, öyle ruhsuzdur ki, siyah kuğuyu canlandırabileceği konusunda tereddütleri vardır ve bu tereddütlerini Nina'ya da söyler. Başarılı olmak konusunda son derece hırslı olan Nina, korkuları, rüyaları, hırsı ve yetenekleri içinde bocalamaya başlayacaktır.Her ne kadar yaşadığı bu stres Nina'nın, etrafındaki herkese düşmanca bakmasına neden olsa da, aslında en büyük engeli kendisidir. Kusursuzluğun hayalini kuran Nina, psikolojik kusurlarına rağmen, kusursuzluğu yakalamayı başarabilecek midir?

    Bir balerinin bir oyundaki rolü canlandırma korku ve gayretini anlatan, bunu anlatırken sadece balerini odaylayan,  onu çok fazla dillendirmeyen, daha çok gösteren hikaye, sadeliğine ve yalnızlığına rağmen, anlatmak istediğini kesintisiz ve arızasız anlatmış, çokta başarılı anlatmış. Nina dans ediyor, ben dans ediyorum, Nina korkuyor, ben titriyorum, Nina kavga ediyor, ben bağırıyorum.

    Natalie Portman, diğer adayların hepsini görmemiş olsamda, Oscar'ı hakediyor. Ben ona Oscar'ı daha Closer'da vermiştim zaten. Natalie Natalie Natalie! Başkası oynasaydı bu film başka bir film olurdu.

    LinkWithin

    Related Posts with Thumbnails