29 Ocak 2010 Cuma

Abdülmecit

Kitap nasıl yazılmış olursa olsun geçmişe dair bir şeyler okumayı seviyorum. Anlatılan ufacık bir anı, bahsi geçen detaylar, yaşayış biçimleri, insanların eski zamanlardaki gelenekleri, fikirleri, halleri.. Özellikle bir de  bizden olunca, aynı topraklarda geçince hikaye, okurken bir garip oluyorum.
Ama bu kitap bir roman değil. İlk bölümlerde bir roman edasıyla başlasa da, sonrasında o etki kayboluyor, yer yer sanki yazarın sadece bilgi verme gayesi içinde olduğu hissediliyor. Hayatın normal dialoglarını aşacak konuşmalar geçiyor karakterler arasında bu niyetle. Tarih kitabı sayılabilir mi? Evet belki ama dili biraz yavan olmuş, ağdalı süslü bir dil değil elbette ihtiyacı olan ama biraz daha lezzetli olmasını tercih ederdim. Ayrıca Tarih kitabı saydığımızda Osmanlı'nın siyasi hayatını anlatan kitaplar arasına koysak içindeki kadınları ne yapacağız? Orada çok sıkılırlar. Sosyal hayat rafına dizsek, savaşlar, fermanlar, çekişmeler diğer kadınları  da korkuturlar. Şaka bir yana, kitap ikiye bölünmüş, kadınlar ve siyasal durum arasında. Biraz ondan biraz bundan olmuş ve ama kıvamı tutmamış, ne tuzlu ne tatlı olmuş. Tüm eleştirilere rağmen bir çırpıda okunur bir kitap.Abdülmecit zarif, duygusal bir adam,kadınlara ve içkiye düşkün. Osmanlı zamanı düşünüldüğünde olağandışı bir adam, olağandışı bir padişah.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Sivas Kongresi



04.Eylül. 1919 - 11.Eylül.1919
 Kuru ekmek bulmanın dahi şans kabul edildiği, yolların ölüm tehlikesiyle kapandığı, Fransa'nın kurulun toplanması durumunda şehri işgal edeceği tehlikesi savurduğu o günlerde, Mustafa Kemal ve arkadaşları bu küçük kongre salonda toplandı. Mustafa Kemal sadece düşmanla değil, en yakın arkadaşlarıyla da mücadele halindeydi. Aydınların bir çoğu Amerikan Mandasının tek kurtuluş yolu olduğunu savunmaktaydı.Mustafa Kemal için akıldan geçen bu düşünce tam bir felaketti ve arkadaşlarına söyle seslendi. " Hayır Paşalar, hayır beyefendiler, hayır manda yok, YA İSTİKLAL YA ÖLÜM VAR!"

24 Ocak 2010 Pazar

hain bir kurşuna kurban gitmek

Hain bir kurşuna kurban gidiyorsun. Hiç tanımadığın, bilmediğin ama izini sürdüğün bir pisliğin uzuvlarından biri canına kıyıyor. Sen kalkıp "hangi hakla?" bile diye soramıyorsun. Oysa soruların adı sensin. Doğru sorular soruyor, doğru yoldan gidince yanlış adamların hain kurşunlarına kurban oluyorsun. Hainliği hem sana hem milletine ediyor cani adamlar, hayatını alıyor senden, seni alıyor milletinden.

Ölümünden bu yana izi sürelecek, kitabı yazılacak, araştırılacak kaç dosya çıktı, geldi geçti, kapandı hatta hiç kapağı açılmadan. Öyle çok ki.. Sen ve senin gibiler hep öldüler çünkü. Hep hain bir kurşuna kurban edildiler.

20 Ocak 2010 Çarşamba

19 Ocak 2010 Salı

kar


(fotoğraf http://www.fotokritik.com/2094097?logout=true adresinden alınmıştır.) (Fotoğrafçı. Funda Toprak)

bir dilek tuttum,
soğuk sıcak bir dilek
hüznüm dağılsın diye
gök karşılık verdi
mutluluk kapladı bembeyaz şehri
damla damla çocukluk sardı içimi
biraz daha masumlaştı hislerim
ve sanki önemli biriydim
izimi bıraktım bastığım yerlerde..

sol ayağım




Aslında çoğu kişinin okuduğu başyapıtlardan biri olduğunu tahmin ediyorum. Ben de 2. kez okudum. Ancak çok daha küçükken okumuştum ve bu kadar içimde yer etmemişti.Sadece sol ayağını kullanabilen yazarın hissettiklerini ve hikayesini anlattığı kendi kitabı.Kitapta ilk otobiyografi denemesinden bahsediyor, neredeyse 400 sayfa yazmış ama yayınlanan 3. denemesi. Keşke diğer denemelerini de yayınlatsaymış. Annenin avluda Christy için oda yapmaya çalışması,paralarının yetmemesi, bölüm bölüm yapmaları.. Bu bölümde çok ağladım. Vücudunun sadece sol ayağını kullanabiliyorsun, konuşamıyor, kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyorsun. Küçük bir odaya ihtiyacın var. Ne okul kitapların olmuş, ne top oynamaktan yırtılmış ayakkabıların,ne bir randevun olmuş, süse ihtiyaç duymuşsun..Küçük bir oda istiyorsun, duvarları, penceresi olan.. Ama bir yıl bekliyorsun ki tamamlansın.İsyan etmek için ne çok sebebin var, mutsuz olmak için, her şeyden nefret etmek için..Ama çabalıyorsun, çabalayıp başarıya dönüştürdüklerin bile yetmiyor ve daha fazlasına çabalıyorsun.

Bazen kendimizden utanmamızı gerektirir şekilde davranmıyor muyuz?

16 Ocak 2010 Cumartesi

yokluğunda...

Senin yokluğunda sevdiğinin doğumgününü kutladık dün. "Beraber yaşlanalım" derdin hep, senin sözündü bu. Ne çok severdim böyle söylemeni. Hep derdim "en güzelini sen söyledin" diye. Ama tutamadın sözünü. Hep tutardın oysa ki. Hep yanımızdaydın. Ağlarken teselli eden hep sendin. Hep avuturdun bizi, hep umut verirdin. "Beraber yaşlanalım" diyemedim dün. Sen yoktun çünkü. Beraber yaşlanamayağız artık, sen hep genç kalacaksın. Hayalini kurduğumuz geleceğin bir parçası değilsin artık. Sevdiğinin hayalini kurduğu bir geleceği yok artık. "Mutlu yıllar" bile diyemedim, "iyi ki doğdun" diyebildim ancak, mutlu bir geçmişimiz vardı ama sanki mutlu bir gelecek yok artık. Böyle olmamalıydı.

Geçen sene bugün aklımdaydı bütün gün. Beni arayıp "pasta alacak mısın" diye sordun, çekingen, mahçup. Paran yoktu. Hep ettiğimden daha çok nefret ettim paradan o an, şimdi daha da çok ediyorum. Sen sahip olduklarından çok daha fazlasıydın ama anlatamadım sana bir türlü. Şimdi kahroluyorum sana bunu anlatmanın bir yolunu bulamadığım için.

Hayat yine devam ederken senin içinde olmadığını, öylecene kaybolup gittiğini kabul edemiyorum. Aklım almıyor. Zamanla daha da ağır geliyor yokluğun. Zamanla değişmiyor çünkü gerçek, sen geri gelmiyorsun. Her an içimde başka bir kayıp yaşamanın korkusuyla nefes alıyorum. Umut vermeye çalışıyorum sevdiğine. Ama kendi kabul edemediğim gerçeği ona anlatmanın ve düzeltmenin yolunu bulamıyorum.

Biz çok değiştik, hissediyorum. Herkes göremiyor bunu. Yine birbirini üzmeye devam ediyor insanlar. Yine konuşuyor ama duymuyorlar. Bakıyor ama görmüyorlar. Tıpkı bizim seni göremediğimiz, anlayamadığımız gibi. Bunun pişmanlığı ile yaşıyoruz artık, bunun acısıyla yaşlanacağız artık. Özleyerek, üzülerek..

Sevdiğin onu izlediğini sanıyor, ben beni dinlediğini..Eskiden olduğu gibi.

15 Ocak 2010 Cuma

tak tak

Perişan halini sevdim bugün kendimin
Gözler acıklı komedi
Dudaklar kış kapısı
Çöken hayallerin anavatanı, yanaklar
Saç baş dağılmış, derli toplu
Eller, ah o eller
En çok onlar alan yine nasibini..

Salınmış üzerimde
Annemden kalma beyaz bir entari
Üzgünüm çok, içli
Ama ayağımda umudum tak tak sesleri!

9 Ocak 2010 Cumartesi

sürekli tekrarlarsan olur ya..

gözlerim yanıyor.bazı dertler vardır, dile getirelecek türden değildir.
dengesiz eder sonra seni, içinden kusamadıkların.
eşyalar anlar seni o zaman
çay bardağı sıcaklığıyla içini ısıtır,
yastağın destek olur,
kulaklığın neşe saçar,
zıpır'ın dostçadır
ve kitabın öğüt verir
yada sen öyle sanırsın...

zannetmiyorum..

8 Ocak 2010 Cuma

Beyaz Kale



Orhan Pamuk'un yayınlanan 3. kitabı Beyaz Kale. Bilimle uğraşan Osmanlı Hocası ile kendisine verilmiş bir İtalyan kölenin birlikte yaptıkları çalışmalar ve zamanla birbirlerine benzemesini konu alıyor. "Neden ben benim" sorusunu sorarak başladıkları kimlik arayışı, kitabın sonunda hangisi hangisi sorusuna doğru kayıyor.
Kitabın kurgusu güzel ama sonuna bağlanmandan evvel kopuyor, bazı bölümlerde bu kısmı okumuştum hissine vardım, sanki varmak istediği yere varamıyor, soru soruyor ama cevap veremiyor gibi."Ben neden benim" sorusuna cevap ararken belki ben daha çok öğrenmek istedim, bilmiyorum.

Kitap Sessiz Ev'in ( Orhan Pamuk'un 2. kitabı ) Faruk Darvınoğlu'nun girişi ile başlanmış ve kardeşi Nilgün'e ithaf edilmiş. Önceden okuduğunuz, sevdiğiniz bir kitabın karakterlerinin hala hayatta olduğunu hissetmek hoşuma gidiyor.

Aşkım...?


Aşk ile uyandın mı aşkım, nefes aldın m?
Aşkın için ağlayıp, yandın tutuştun mu?
Aşkla içtin mi kadehindekini?
Konuştun mu saatlerce, aşktan aç kaldın mı?
Anlattın mı günlerce aşkını başkasına?


Başın döndü mü?
Mumlar,
Şaraplar,
Mektuplar sardı mı etrafını?
Ben dünya sen ay oldun mu aşkım?

Sevdin mi aşkım?
Doyamadığın sevişmelerin oldu mu?
Sen de eriyip bittin mi?
Kokusunu duydun mu aşkın?

Aşk aldı mı aklını başından,
Aşık oldun mu aşkım?

Geleceğe Notlar


(http://www.fotokritik.com/1950833 sayfasından alınmıştır)

- J.'nin ziyaretlerinden önce ona posta kartlarını hazır et.
- Sevgiline evde kocaman bir ps partisi düzenle, tüm içkileri sen ısmarla, onlara mezeler hazırla ve ayak altında dolanma!(ama ben de onun kadar iyiyim)
-Tüm kötülüklere kapısını kapat evinin.Kendini bile içeri alma hatta!
-Sana güzel bir şarkı dinleten arkadaşına kek yap! (http://fizy.com/s/1agti6)- birsen tezer*di gel yanıma
-BİSİKLET
-Aynalar duvarı

Bye Bye J.


(http://www.fotokritik.com/1996870 adresinden alınmıştır.)

Sabah 6'ydı uyandım, gözlerim yarı açık, elimde kahve kupam ve oğluşumla yürüyüşe çıktık, her sabahki gibi ama biraz daha erken. İstanbul uykudayken ne güzel bir şehir.. Sonra J.'yi Havas'a bıraktım. Vedalar insanı burkuyor. İnsanın farklı diller konuşurken ortak bir dilde arkadaşlık kurması güzel bir deneyim. Bir köprü oluyorsın sen ona, o sana. O seninle Türkleri tanıyor. Seninle kafasındaki Türklük imajı şekilleniyor. Bir anda koskaca ülkenin sembolü oluyorsun. Bir de dil olmadan anlaşmaya çalışınca insan başka oluyor, daha yüzeysel oluyor belki ilişkiler ama sanki daha gerçekte oluyor. Sözlerin gerçekleri gizleme kabaliyeti devreye giremeyince duygular daha çok çıkıyor ortaya. İleride notlar düşmek üzere şimdilik kapatayım bu konuyu..

Thanks a lot for visiting me J.!

6 Ocak 2010 Çarşamba

tembel günler

Bugün yine işe gitmedim. 2010 çok tembel başladı benim için. J. cuma sabahı dönüyor. Aslında güzel geçti, ama sanırım ben çabuk sıkılıyorum her şeyden. Ama bu şikayet ettiğim bir şey değil. Ben böyleyim. İnsanlardan çok çabuk sıkılabiliyorum. Öylesine birilerini idare edebilme kapasitem yok. Olmasını da istemiyorum. Hiçbir şeye tahammül etmek istemiyorum. Hatta ettiğimden bile daha azı yeterli diye düşünüyorum.Başkalarını değil kendimi mutlu etmek istiyorum. Çünkü 30'a yaklaşan ömrün bana gösterdi ki, başkalarını mennun etme gayesini boşa bir gayedir. (2009'un öğrettikleri)

Bu aralar evde ve ev halkıyla çok mutlu hissediyorum. Sevgilim, köpeğim, A. ve S. birlikte gayet iyiyiz. Sadece kendin olabileceğin ve yalnız olduğun kadar rahat edebileceğin bir kalabalığın içinde olmak güzel,çok güzel..

5 Ocak 2010 Salı

Hoşgeldin 2010!

2010 henüz dileklerimi bile sıralamadan fazla hızlı başladı, iyi ki de öyle oldu.Her yıl onlarca şeyi değiştirmeyi diliyoruz, değişikliklerle hayata yeniden başlamak için uzun bir liste hazırlıyoruz. Ama bu sadece her sene listeye bir kaçını silip yenilerini eklemekten başka bir işe yaramıyor.2009 ile anladım ki, dilenecek tek şey; hayatta kalmak ve hayattan hala yanımızda olan sevdiklerimzle birlikte zevk almak..Hepsi bu..

2010'da sadece mutlu olmayı öğrenebilmek istiyorum. Çünkü aslında mutlu olmayı istemekten daha önemli bu. Mutlu olmak için sürekli ekstra istekler biriktiriyoruz."işim düzelirse", "sevgilimle barışırsam", "param olursa", "çalışmazsam", "zayıflarsam", "tatile çıkarsam".... Hiç bitmiyor bu liste. Gün içinde bile öyle çok talebimiz var ki.. "Eve bir gitsem", "yemek yesem", "dizi başlasa".. Ama mutlu olmak için aslında sadece kendimize, sağlığımıza ve sevdiklerimizin hayatta olmasına ihtiyacımız var. Ama önce mutlu olmayı öğrenmemiz lazım. Hiçbir şarta bağlamadan , beklentisiz, bugün için mutlu olmaya ihtiyacımız var çünkü. Umarım 2010'da bu olgunluğa kavuşurum.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails