25 Şubat 2010 Perşembe

Türkan

TEK VE TEK BAŞINA

Ayşe Kulin'in Türkan Saylan'ın dilinden daha çok özel hayatını, kişiliğini ama elbette kaçınılmaz olarakta çalışmalarını anlattığı biyografik romanı. Okurken gözlerim doldu, satırlarında hüzün yoktu aslında hep güzel amaçlar, iyilikler, umut vardı ama bir insanın bunca güzellikle dolup taşmış olması insanın kalbine dokunuyor. Biraz gıpta ettim, (biraz mı ) kıskandım ve utandım kendimden. Öylece gelip gideceğim hayattan, bir çoğumuz gibi. Sadece kendi hayatıyla meşgul ama onu bile tam beceremeyen biri olarak.

Türkan Saylan, hastalarından birinin canı işkembe çorbası isteyince, kollarını sıvayan kadın.
Cüzamlılara dokunmayı öğreten kadın.
Çoçukları okullu yapan kadın.
Evinin kapılarını hastalarına, öğrencilere, muhtaç insanlara açan, onlar için hazır yatak bulunduran kadın.
Kimseye "Hayır" diyemeyen kadın.
O, Dr. Türkan!Alçakgönüllü,merhametli sevgili Dr. Türkan!

24 Şubat 2010 Çarşamba

Hunili Günler

Sabah Çiko'yu gezinti sonrası temizlemek için banyoya getirdiğimde, sağ arka patisinden kan geldiğini gördüm. Oğluum eve dönene kadar hiç belli etmediğinden anlayamamıştım. Sokakta patisinin altı kesilmiş, kanlar akıyordu. Hemen sevgilimi aradım. Sabah saat 7.30 civarları. Ben ne kadar sabah insanıysam, o da o kadar değil. Neyse mevzubahis Çiko olunca akan sular duruyor tabi. Kalktı geldi, Çiko'yu veterinete götürdü, benim ne yazıkki duruşmam vardı. Duruşma sonrası eve geldim. Çiko'ma dikiş atmışlar, başına da dikişiyle oynamasın diye huni takmişlar. Çiko geldiğimde tam bir yıkım halindeydi, depresyona girmiş kuzucuğum. Ben huniyi çıkarttım ve huni görevi görmek üzere bütün gün yanında kaldım. Ne kadar mahzun bir görseniz. Nasıl korkmuş, nasıl çare bekliyor. Ama mecbur pazartesiye kadar bekleyeceğiz, dikişleri alınacak tekrar muayene olacak. O zamana kadar ancak tek şey yapabilirim, onu şımartabilirim.:)

Yolda yürürken yerlere bakıyor musunuz? O kadar çok çöp var ki. İnsanlar ellerine ne geçerse camlarından aşağıya fırlatıyorlar sanki. Apartmanların arka bahçelerine, önünden ve arkalarından geçen yollara, kaldırımlara dikkatli baktığınızda karşınıza çıkan çöplerin çeşitliliğine hayret edeceksiniz. O kadar çoklar. Çiko'nun atılmış bir jilete, cam şişe kırıklarından birine veya bambaşka bir şeye  denk gelip ayağını kesmesine şaşırmıyorum  o yüzden. Ama kim ne derse desin, evinde çamaşır suları ile sürekli temizlik yapan kadınlarına rağmen biz şehirlerini temiz tutabilen bir toplum değiliz. Ne yazık ki..

Çiko'm bir an önce iyileşşin, o mutsuz bakarken ben çaresiz kalıyorum. Benim yaramaz, meraklı oğlum, Allah'tan bunu da ucuz atlattık!

22 Şubat 2010 Pazartesi

Shantaram

"Kader seni güldürmüyorsa espriyi anlayamadın demektir."

Gregory David Roberts kendi hayatını anlatıyor. Suçla, insanla ve duyguyla dolu bir hikayenin, meraklı ve keyifli serüveni.Aslında içinde hırsızlık, cinayet, kalpazanlık, uyuşturucu, karaborsa, savaş var.Ama masumiyette var. Yoksulluk, sefalet, korku ve sevgi de var. İhanette var. Çok şey var. Bombay var. Şehrin karakter olduğu kitaplardan biri aynı zamanda. Uzun tasvirlerine, detaylı anlatımlarına rağmen sürekliyici, nefes kesici, kötü bir hayatın güzel kaleme alınmış hikayesi.

Alıntı:

"...Anand'ın suratına bakarken cehennemde on beş yıl, diye düşündüm. Nasıl olur da yardımımızı geri çevirir. ?
Anand daha öncekinden yüksek sesle "Lin!Hayır!" diye haykırdı. "Raşit'i ben öldürdüm ve ne yaptığımı biliyordum. O işi yapmadan önce yanında uzun zaman oturdum. Bir seçim yaptım, şimdi de cezamı çekeceğim."
"Ama sana yardım etmeliyim.Bir denemeliyim."
"Hayır Lin lütfen!Eğer  cezayı elimden alırsan yaptığımının bir anlamı kalmaz. Gururumdan eser kalmaz. Ne benim için, ne de onlar için.Anlıyor musun?Bu cezayı ben kazandım.Ben kendi kaderim oldum. Sana bir arkadaş olarak yalvarıyorum...Ama bırak kaderimi huzur içinde yaşayayım..."

"Biri bana bu kitabın neyle ilgili olduğunu sorarsa, ona dünyadaki her şeyle ilgili, diye cevap veririm."
                                                                                                                 Pat Conroy




21 Şubat 2010 Pazar

LOST

Elimde değil, ben bir Lost insanıyım. Lost'u ilk izlemeye başladığım 2006 yılında, benim için 2010 yılının daha o zamanlar çok büyük bir önemi vardı. Tüm soruların cevaplanacağını bildiğimiz final sezonu yüzünden, neredeyse hayatımın 3 yılını es geçmeye razıydım.Nihayet final sezonu başladı ve ben yayınlanan ilk 4 bölümü (özet bölüm de dahil olmak üzere ) bugün seyrettim. Ama öncesinde az biraz 5. sezonu da ihmal etmedim.

Bugüne kadar onlarca teori üretildi, nihayet artık çok yakında her şeyi kavrayacağız. Ama sonunda beni hiç tatmin etmese de, sorular cevap bulmasa da yada saçma bir finalle karşılaşsam da, yıllar içinde her izlediğim bölümle heyecan duydum, her birinin her dakikasını zevkle, merakla izledim.Bu yüzden ben değişmez bir Lost insanıyım.




20 Şubat 2010 Cumartesi

mis gibi


Yeğen gibisi yok. Küçücük burada elleri, daha 6 aylık zamanları, sıpa kocaman oldu şimdi, 3 yaşını bitirecek haziran'da.  Dün gece beraber uyuduk. Mis gibi. Çok seviyorum çok seni!


17 Şubat 2010 Çarşamba

Everybody's Fine


10 üzerinden 6,5!

Akşama doğru işten erken çıkıp keyifli, eğlenceli bir filme gidelim dedik. Biraz gülmek istemişim ancak öyle olmadı. Eşini 8 ay önce kaybeden Frank, çocuklarının kendisini ziyaret edeceği bir haftasonu öncesi hazırlıklarını neredeyse tamamlamışken, hepsinden teker teker iptal telefonu alır ve  rahatsızlığına rağmen onları bu kez kendisi ziyaret etmeye karar verir.

Yalnızlığı, ayrılığı, baba ve çocuk olmayı, yaşlılığı ve eşini kaybedişin boşluğunu anlatan  acıklı bir film.

Robert De Niro her zamanki gibi mükemmel!



16 Şubat 2010 Salı

kaldırımı olmayan şehir

Neden bu şehri çirkinleştirmek için elbirliğiyle mücadele ediyoruz?
Onca şey var gördükçe içim kanıyor, mübalağa etmiyorum, gerçekten ağlamak istiyorum, avaz avaz bağırmak. Bugün kaldırımlarına ağladım. Yayalara ayrılan ama yayaların kullanamadığı kaldırımlarına. Arabaların park ettiği, reklam panoların dikildiği, restaronların masa, mağazaların tezgahlarını koyduğu, çöplerin biriktiği, hep birilerin haklı sebeplerle doldurduğu ve yayaların yürüyemediği kaldırımlarına..

Evet, burası İstanbul!Kaldırımı olmayan şehir!

15 Şubat 2010 Pazartesi

kara kadın

Hiç mutlu değilim şu anda.
Ne konuşmak istiyorum bunu, ne de çözmeye uğraşmak.
Bazen kararlarımız bizi buna mecbur eder, bu buhranlı anlara.
Ve şikayet edemeyiz.
En baştan kaybettiğimiz bir oyunun kupanıdır çünkü elimizde tuttuğumuz.

Gülüp geçmek istiyorum sadece.
Kendime gülmek.
Nasıl da yanıldığımın benden çok kim farkına varabilir?
Kim bilebilir içimi benden başka, ya hayallerimi?
Aslında kime ne kadar yakın durduruğumu
Yada görünenden ne kadar uzak olduğumu.

Bir başına olmak meselesi aslında hepsi.
Karanlık adalarında acılarının ve yarım kalan heveslerinin
Feneri olabilmek  umutlarına.

Taken

Eski bir ajan olan Bryan, kızından ayrı geçirdiği zamanları telafi edebilmek için çaba harcamaktadır. Kızı Kim ise 17 yaşındadır ve arkadaşı ile birlikte Paris'e tatile gitmek için babasından izin koparmaya çalışır ancak baba, dünyanın genç bir kız için tehlikeli olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesine rağmen izni verir ve kızlar Paris'e yolcu edilir. Paris'e indikleri ilk saatte Kim, ne yazıkki babasının haklı olduğunu görür ve kovolamaca başlar.

Klişe bir hikaye ama başarılı bir aksiyon filmi. Sevenlerine tavsiye edilir.

10 üzerinden 7,5!

Bir de şunlar var;


The Boondock Saints ( 5 ) sürekleyici, Bandidas (4 )  basit ama eğlenceli, Goya's Ghosts etkileyici (6 ) , Kolay Para  (1 ) ise ÇOK kötü bir filmdi.

14 Şubat 2010 Pazar

14.Şubat

Sevgilim, sevgililer gününde elinde bir çiçekle karşıma çıkınca çokta etkilenmiyorum aslında  ama elinde 3 çiçek, kimseyi unutmadan çıkınca karşımıza, o zaman neden onu sevdiğimi hatırlıyorum! Sevgililer gününü ciddiye alacak kadar romantik biri değilim, sevilmeyi bir günün süsüne püsüne bırakamayacak kadar çok ciddiye alıyorum çünkü.Ama siz mutlu oluyorsanız kalpli kutular, kurabiyeler, kırmızılar arasında, bugün de tarih bahaneniz olsun sevdiğinizi şımartmaya!

6 Şubat 2010 Cumartesi

13 Tzameti

Düşük bütçe ile çekilmiş ve 2005 yılı Gela Babluani filmi. Filmin başrolünde kardeşi George Babluani oynuyor. Yönetmenin ilk filmi.

Sebastian ailesiyle birlikte Fransa'ya göçmüş, günlük işlerle para kazanmaya çalışan fakir bir tamircidir. O sıralar bir adamın çatısının onarımı işiyle meşgulken, evsahibinin  çok para getirecek bir işten sözettiğine kulak misafiri olur. Ancak işin ne olduğu belirsizdir ve ortada bir mektup vardır. Evsahibi fazla doz alımı sebebiyle ölürken, Sebastian ortalıklarda dolanan mektubu okur ve ertesi gün işe geldiğinde, parasını alamayacağını öğenince, mektubu da alarak oradan ayrılır. Mektup ve Sebastian,  hem onu gönderenler hem de polis tarafından takip edilmektedir. Sebastian  mektubu gönderenlerin talimatına uyarak bilinmez bir yolculuğa çıkar. Tahmin edebileceğinin ötesinde bir bilinmezlik onu beklemektedir.

Film de  aynalar çok kullanılmıştır. Sebastian'ın değişimleri aynadan yansıtılıyor.İlk başta isteyerek ama sonra mecburen değişen Sebastian, aynalarda gösteriyor yüzünü ilk. Sebestian ilk başta daha haylaz bir tip olsaydı, ben daha çok severdim sanırım. Mektubu aslında o almaz, tuğlaların üzerine düşer rüzgar  çıkıınca. Bu kısım filmin ruhuna gitmemiş bence, rüzgar sahnesi de acemice olmuş.

Yönetmenin, senaryosunu da kendi yazdığı ilk filmi olması bakımından bence başarılı bir gerilim filmi. Benim gibi kanlı filmleri sevmeyen insanlar için izlenebilecek bir film, çünkü kan görüntülerinin filmi gölgeleyeceği düşünülerek siyah beyaz çekilmiş.



10 üzerinden 7.5!

3 Şubat 2010 Çarşamba

yaşlı dervişin diyeceği..


..."Yaşlı derviş son nefesini vermek üzereymiş. Genç derviş, hayatın gerçeğini bilse bilse ancak o bilir, diyerek yanına gitmiş."Derviş Baba hayat neydi?" diye sormuş. Bunun üzerine yaşlı derviş gülümsemiş, "Bir andı oğul" demiş, "sadece bir andı..."

her daim seyredilesi olanlar


Film tavsiye etmeyi beceremem ben, genelde sevmez arkadaşlarım  da tavsiye ettiklerimi. Neden öyle oluyor bilmiyorum, hikayenin bütününden ziyade duygulara takılırım. Belki ondan. Fazla tavsiye de dinlemem , bir kaç kişi dışında. Genelde içgülerimle film seçerim. Kendi seçtiğim filmleri ilk kez başkasıyla seyretmekten de hoşlanmam. İnsanların olumsuz tepkileri sinirimi bozar. Sabırlıyımdır film seyrederken,  yanımda sabırsılanan ve illa da bir şeyler olup bitsin diye bekleyenlerin mırıltılarına dayanamam. Tepki göstermem genelde ama mutsuz olurum ve filmle başbaşa kalacağım anı beklerim. Sevdiğim filmleri tekrar tekrar izlemekten hiç ama hiç sıkılmam ve her defasında ilk defa izliyormuş gibi heyecan duyarım.

"Her daim seyredilesi olanlar" gerçekten her daim seyrettiklerimdir. Aşağıdaki filmler gibi ve sanırım onlar pek çoğundan farklı olarak teredütsüz tavsiye edebileceklerim arasında. Hala izlemeyenler  veya uzun zamandır izlemeyenler için..




1 Şubat 2010 Pazartesi

adam

ardımda bırakmadım aşkını adam
sen içimde saklanıyorsun
ne zaman ki daralsa içim
sen içerde büyüyorsun

ardına düşmedim adam
ardında bıraktığın yerdeyim
ne zaman ki arkanı dönsen
ben oradayım biliyorsun

Haftasonu Filmleri


10 üzerinden 9!,(her daim seyredilesi olanlar)


10 üzerinden 6!


10 üzerinden 6!



10 üzerinden 3!



10 üzerinden 7!

(http://amonka.blogspot.com/ tavsiyesi ile izlendi.)


10 üzerinden 5!



10 üzerinden 6!

zip

Çaresizlik, çaresiz olduğunu düşünmektir. Ne zamanki imkansızı imkansız saymaz insan, o zaman çaresiz kalmaz insan.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails